Basın Toplantısı 

12 Ekim 2020

18 Ekim 2017’de gözaltına alınan ve 14 günlük bir gözaltı süresinin ardından 1 Kasım 2017’de tutuklanan Osman Kavala ile ilgili iddianame 8 Ekim 2020 Perşembe günü açıklandı. İddianame ile ilgili düzenlenen online basın toplantısında Osman Kavala’nın eşi Prof. Ayşe Buğra, avukatları Tolga Aytöre ve Köksal Bayraktar açıklama yaptı ve gazetecilerden gelen soruları yanıtladı.

 


Av. TOLGA AYTÖRE

Osman Kavala 1 Kasım 2017’de tutuklandı. Hakkında hazırlanmış tek bir dosya ancak dosyada iki suçlama vardı. Biri TCK’nın 309. maddesi diğer de TCK’nın 312. maddesi. Bu iki maddeden tek bir tutuklama vardı. Yargılama ilerlediğinde ise ani bir kararla savcılık bu dosyayı ikiye ayırdı.

Sadece dosyaları değil tutuklamaları da ayırdı. Böylece birden bire hakim sorgusu olmadan bir hakimlik kararı olmadan iki tutukluluğumuz oluverdi.

Gezi dosyası olarak da adlandırdığımız 312. maddeden iddianame beklemeye başladık. İddianamesi açıklandıktan sonra 11 Ekim 2019’da Yargı Reformu kapsamında 309. maddeden olan tutukluluğumuz kaldırıldı.

Bu arada 10 Aralık 2019’da AİHM başvurumuz karara bağlandı. Kararda Osman Kavala’nın makul şüphe bulunmadan siyasi gerekçelerle tutuklandığını bunun hak ihlali olduğunu ve derhal salıverilmesi gerektiğini söylüyordu. Daha önemlisi hem 309 hem de 312. maddeleri kapsıyordu.

Peki yerine getirildi mi?

Hayır getirilmedi.

Hukuki mücadelemiz devam ederken 18 Şubat’ta Gezi Davasından bütün sanıklar beraat etti ve tahliye oldu. Biri hariç. Osman Kavala.

Osman Kavala evine dönmeye hazırlanırken, eşyalarını toplamışken evine değil Vatan Caddesi’ndeki emniyet müdürlüğüne götürüldü. Çünkü başka bir suçtan tutuklandığını söylüyorlardı oradaki emniyet mensupları.

Araştırdığımızda 11 Ekim 2019’da resen tahliye kararı verilen 309. maddeden tekrar tutuklandığını söylediler. Bunun bir yanlışlık olduğunu düşünüyorduk. Çünkü savcı resen bırakmış ve tutuksuz yargılanıyordu.

9 Mart 2020 günü bir tutuklama kararı daha çıktı hakkımızda. İşte o tutuklama kararı bugün casusluk olarak nitelendirilen ve "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme" (TCK 328) üzerine kurulan suçlamaydı.

Peki 18 Şubat’ta verilen beraat kararı, o gün verilen 309’a ilişkin tutuklama kararı ve arkasından 9 Şubat’ta  yeni bir casusluk suçlaması. Tam bunların neden olduğunu düşünürken 20 Mart’ta bu sefer, Osman Kavala’nın salıverilmemesine neden olan 309. maddeden tahliye kararı verildi.

Yargılamayı bir çorba haline getirim elinize de bir çatal tutuşturduklarında siz mecbur kalıyorsunuz bunları anlatmaya. 29 Eylül’de Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin vermiş olduğu hak ihlali kararını görüşecekti. Biz yine umutlandık. Toplantının yapılacağı gün 328. maddeden dolayı iddianame düzenlendiğini öğrendik. Böylece AYM toplantısı engellenmiş ve ertelenmiş oldu.

Osman Kavala’yı tutuklu kılmak için hukuka karşı mücadele veriyorlar

Bugüne gelindiğinde yaşadığımız hukuki süreç bu. Yaşananları açıklamanın hukuken çok fazla bir yolunu bulamıyoruz. Bu yargılamalar Osman Kavala’yı tutuklu kılmak için hukuka karşı verilen mücadele.

Hazırlanan iddianameye geldiğimizde ise öncelikle CMK’ya aykırı. Çünkü iddianamenin suçlama için yeterli şüphe içermesi gerekiyor ki bize göre yok. Aynı şekilde şüphelerin maddi delillere ilişkilendirilmesi gerekiyor. İddianamede bu da yok. Bu nedenle hukuki bir değer atfetmiyor, iddianame yasal unsurları taşımıyor.

İddianameye baktığınız zaman birbiriyle örtüşmeyen birçok şey olduğunu gördük. İddianame varsayılan bir casusluk suçlamasından bahsediyor. Açıkçası Türk hukuk sisteminin bu ciddiyetsizliği hak etmediğini düşünüyoruz. Çünkü bir insanı vatana ihanetle yargılıyorsanız varsaymaktan, ima etmekten, kurgulamaktan öte bir şeyler sunmak zorundasınız.

Gezi dosyası iddianamede kaynakça yapılmış. İddianamenin yarısına yakını Osman Kavala dahil tüm sanıkların beraat ettiği Gezi dosyasından alınmış. Bakıyoruz iddianamede Gezi dosyasından beraat etme bilgisi hariç her şey bulunuyor.

Herhalde ellerinde başka delil yok

İddia makamının sanık aleyhine olduğu kadar sanık lehine de olan delilleri toplama zorunluluğu var ki burada lehine olan delillerin hiçbirisi toplanmamış. Beraat kararı dahi iddianameye konmamış. Biz hukukçular olarak “Herhalde ellerinde başka delil yok’ diye düşündük.

Beraat kararını bir kenara bırakıp iddianameye sarılmak, gerekçeleri göz ardı etmek çok tehlikeli bir yaklaşım.

Çünkü Gezi dosyasının kararı iddianamedeki delilleri, hukuka aykırı olarak toplanmış deliller olarak nitelendiriyor. Yani bugünkü iddianame hukuka ayrı olarak toplanmış delillere dayanarak Osman Kavala’nın ikinci kez yargılanmasını talep ediyor.

Gezi dosyasıyla yeni çıkan iddianameyi yan yana koyduğunuz zaman hukuk tutulmasından ziyade akıl tutunmasına ulaşıyorsunuz.


Av. KÖKSAL BAYRAKTAR

“Biz hala yargının bağımsızlığın ihlal edildiğini görüyoruz” diyen Bayraktar, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen beraat kararının istinaf mahkemesinde olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:

“İstinaf dosyayı yeniden ele alıyorsa bu olaylar beraatla neticelenmiş olaylardır ve halen Bölge Adliye Mahkemesi’nin denetimi içindedir.

Burada iddia makamı görülmekte olan bir davayı yeni olamayan iddialarla yeniden ortaya koymaktadır. Bu nedenle de bir başka hukuk ilkesi ihlal edilmektedir. Hukukta bir kişi bir fiilden dolayı ancak bir yargılanabilir. Kavala şimdi aynı fiilinden ikinci kez yargılanacak.

Beraat kararı verilen suçlamalarla yeniden yargılama yapmaya kalkarsanız bir hukuksal yanlışlığa imza atarsınız. ‘Hayır, yanlışlık yok. Bu sefer farklı maddelerden yargılanıyor’ deniliyor. Bu sefer de hukukta başka bir önemli kavramı hiçe saymış olursunuz. Bu da fiili içtima kavramıdır. Eğer bir fiil birden çok kanun maddesinin kapsamına giriyorsa, kişi bu maddelerden en ağırıyla cezalandırılır. İddia makamına bakıyorsunuz TCK 309 ve 328’i karşımıza çıkartıyor. Bundan önce de 312’i vardı. Bunların cezaları hep aynı. Ağırlaştırılmış müebbet hapis.

Yapılan şey şu. Bir olay var, bu olaya bir tarafından bakıp TCK 312 diyorsunuz diğer tarafa bakıp şimdi TCK 309 diyorsunuz. Bununla da yetinmiyorsunuz TCK 328 diyorsunuz. Bu yanlış. Hukukun kurallarını aykırı.

Bayraktar AİHM’nin Aralık 2019’da Osman Kavala’yla ile ilgili verdiği ‘hak ihlali’ kararını hatırlatarak konuşmasını şöyle sürdürdü:

“AİHM bu kararı çok nadir kullanılan bir üslupla verdi ve Kavala’nın derhal salıverilmesini istedi, tutukluluğunun siyasi sebeplerle olduğunu belirtti. Burada ‘derhal’ kelimesi çok önemli. Çünkü AİHM siyasal sebeplerle Kavala’nın cezaevinde kalmasının doğru olmadığına hükmetti.

AİHM’nin kararının ardından Türk yargı organları bu karara karşılık 3 ay içinde itiraz hakkımız var dedi. Süreç sürerken İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi beraat kararı verdi. Türkiye hükümeti itirazlarda bulundu. AİHM de bu itirazı reddetti.

Maalesef beraat kararı verildikten hemen sonra Osman Kavala hakkında ikinci bir tutuklama kararı verildi.

Kavala’nın tutukluluğu devam ederken Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi Eylül ayının başında önemli bir açıklama yaparak Türkiye’yi uyardı ve Anayasa Mahkemesi’nin Osman Kavala’nın tahliyesi konusunda girişimde bulunması gerektiğini söyledi. Maalesef Türkiye bu kararı da uygulamadı. Kararın uygulanmaması üzerine komite Ekim’de ‘Osman Kavala’yı derhal serbest bırakın’ dedi. Aralık’ta konuyu yeniden ele alacağını açıklayan AİHM, Osman Kavala’nın serbest bırakılmaması durumunda Avrupa Konseyi Sekretaryasına durumu bildireceğini duyurdu. Bunun anlamı da şu: Eğer Osman Kavala serbest bırakılmazsa artık bu durumun siyasi sonuçları olacak.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: Kavala’nın tahliye edilmemesi hukuki olarak çok yanlış bir karar. Bu iddianamede de bu yanlışlıklarla, bu hatalar zincirleriyle karşı karşıyayız.


Prof. AYŞE BUĞRA

Konuyla ilgilenenlerin çoğunun bildiği gibi, eşim Osman Kavala 17 Ekim 2017 tarihinden beri dört duvar arasında özgürlüğünden yoksun olarak yaşıyor. Bu süre içinde kendisine ceza kanununun üç ayrı maddesiyle ilgili suçlamalar yöneltildi. Bunlardan birinden beraat etti. İkincisinden tutuklandıktan sonra tahliye edilip -sonra yeniden tutuklanıp- sonra yeniden tahliye edildi ve şimdi bu suçlamayla geçtiğimiz Perşembe günü çıkan iddianamede tekrar karşılaşıyoruz, ama bu sefer buna bir de üçüncü suçlama (casusluk suçlaması) eklenmiş durumda.

Karşılaştığımız durumun niteliğinin anlaşılması için, herkesin son iddianameyi okumasını isterdim. 64 sayfalık bir metnin okunmasının zor olduğu düşünülebilir, ama o kadar zor değil. Metinde pek çok siyasi tahlil ve pek çok tekrar var. Tahlil ve tekrarlar çıktıktan sonra, ortada makul şüphe zemini oluşturabilecek bir bilgi ve belge olup olmadığını okuyanlar takdir edebilir. Bir hukuk devletinde böyle bir iddianamenin hazırlanması mümkün müdür değil midir, okuyanlar bunu takdir edebilir.

Bu süreç içinde, bizim neler yaşadığımız da tahmin edilebilir. Ama ben bütün bunların, eşim için, benim için ve ailemiz için ne anlama geldiğinin bir kere daha düşünülmesini isterdim. Tutukluluğun AİHM’nin haksızlık tutukluluk kararı verip derhal tahliye talep etmesinden sonra hâlâ sürmesinin bizi nasıl etkilediği üzerine düşünülmesini isterdim. Bir insanın, beraat ettiği gün eşyalarını toplayıp, evine dönmek için hazırlanıp yola çıktıktan sonra yoldan çevrilmesi ve tekrar tutuklanarak cezaevine götürülmesinin nasıl bir şey olduğunun düşünülmesini isterdim. Anayasa Mahkemesi’nin, bizim haksız tutukluluk başvurumuzu toplantı gündemine aldıktan sonra, başvurumuzla ilgili gündem maddesini tartışmayı ertelediğini, toplantının yapıldığı gün duymak nasıl bir şeydi, bunun düşünülmesini isterdim. Bu AYM toplantısının ve erteleme kararının, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararının uygulanmaması halinde konuyla ilgili atılacak adımları tartıştığı ikinci toplantısıyla aynı güne rastladığının da hatırlanmasını isterdim. Casusluk gibi bir suçlamanın, bir insan için ve onun ailesi için ne demek olduğunun, bunun üzerimizde nasıl bir etki yaptığının da düşünülmesini isterdim. 

Türkiye’de yargının işleyişiyle ilgili sorunlar her gün tartışılıyor, haksızlığa uğrayan ve mağdur olanlar bizden ibaret değil. Bunu biliyorum. Ama eşimin başına gelenler, onun kendisine uygun bir suç aranırken üç yıl boyunca tutuklu olarak cezaevinde kalması, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok insanın dikkatini çeken özel bir durum oluşturmuş durumda. Bu özel durum karşısında, maalesef, artık bağımsız bir yargı sürecinin normal işleyişiyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor. Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Bir yandan da, hepimizin çok iyi bildiği “ adalet mülkün temelidir”, yani “devletin temeli adalettir”, cümlesi sık sık aklıma geliyor.

Bu durumda, bu memleketin bir vatandaşı olarak, sadece basının ve kamuoyunun duyarlılığına değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizleri temsil eden milletin vekillerine seslenmek ihtiyacını duyuyorum. Merhamet talebiyle değil adalet talebiyle, devletin temeli olan adalet talebiyle, Adalet ve Kalkınma Partisi başta olmak üzere, meclisteki bütün partilere mensup milletvekillerine seslenmek istiyorum. Ama aynı zamanda, halkın yararına siyaset yapmak isteyenler için çok önemli olduğunu düşündüğüm empati duygularına da seslenmek istiyorum. Benim ve eşimin oğlunu artık göremeyeceğini düşünen annesinin durumunun, milletvekillerini ve siyasetle uğraşan herkesi, özellikle de hangi partiden olursa olsun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirmesi gerektiğini zannediyorum.

Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum. Çok zorlanıyorum çünkü biz evrensel hukuk normlarından ve yasalardan bahsederken, artık karşımızda bize durumumuzun bunlara uygun olduğunu anlatmaya çalışan kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım...

Katıldığınız ve bizi dinlediğiniz için teşekkür ederim.